Tüm zamanların içimizde bıraktığı yaraları, sevinçleri, hüzünleri, umutları, yitirişleri ve kayboluşları bulabildiğimiz, bazen tekrar kazanabildiğimiz ama kaybetmekten artık korkmadığımız anlar olabiliyor. Nasıl hissedersek hissedelim bu anlar genelde kaçınılmazdır, biz de edindiğimiz tecrübelerle maça hazırlıksız çıksak dahi farkındayızdır bir şeylerin. İnsan böyle durumlarda kendine yol arkadaşı arar yolda yalnız başına yürümemek için. Yalnızlığı sevmediğini ifade eder, oysa insanlar sadece eğleniyormuş gibi, yalnız değillermiş gibi davranırlar. Her insanın içinde tatmaktan ve düşünmekten haz aldığı muazzam bir yalnızlık var. Bugüne kadar büyük bir çoğunlukça buna bir kişisel eksiklik gözüyle bakılsa da, aslında bunun insanı daha hisli bir yaratık yaptığı gözden kaçmıştır nedense. Evet insan kabullenemediği kadar hisli bir yaratıktır. İçindeki o yalnızı gizlemeyi göze alıp kendini güçlü göstermeye çalışacak kadar hislidir hem de.
Bay Vedder ise bunun aksine içindeki yalnızı dezavantaj olarak görenlerden olmamıştır. Bay Vedder yani gerçek adıyla Edward Louis Severson III(dedesi ve babasından sonra bu ismi taşıyan ailenin üçüncü kuşak ferdi oluyor), yalnızlık ve hayal kırıklıklarından gemiler yapıp, kağıttan yaptığı uçaklarda korkusuzca uçabilen bir baş karakter. Kendi yazdığı hikayelerde korkusuzca karanlık ormanlara dalabilen ve yürüdüğü ıssız Arizona çölü görünümündeki arazilerde sakince adımlarına kulak veren biri. Düşler yolculuğuna önem veriyor, fazla hayalperest olmanın ruhunu kamçıladığı bir gerçek. Kamçılanan yalnızca onun ruhu değil, onu dinleyenlerin de karşılaştığı bir yaptırım bu aynı zamanda. Ruha yük bindiriyor, bindirmekten kendini alıkoymuyor. O yükledikçe dolup taşanların ruhta bıraktığı izlenimler metropol bir şehirden sessiz, sakin bir doğa harikasına yolculuk yapan bireyde, şelalenin akarken verdiği huzur ve sakinliği hissettirecek boyutta oluyor. Çağlayan derenin sesi insana kendisiyle baş başa olmanın iyi bir şey olduğunu hatırlatıyor. İnsana kendini anımsatıp daha da ehlileştiriyor. Evcilleştiriyor da öte yandan.
İnsan tek başınayken daha rahat davranır gibi bir düşünce vardır ya, aksi bir görüşün haklılığını açığa çıkaracak olursak; insan kalabalığın içinde daha rahattır. Kendine müdahale edip bir şeylerden yoksun bırakacak kadar rahattır insan. Oysa dere veya şelaleye odaklanmış insan kendi özgürlüğünün tutsağı olmuştur o anda. Ama bu zannedildiği gibi bir tutsaklık değil. Kendi kafesinin sınırlarının olmadığını fark edecek kadar kendiyle baş başadır o anda.
Bir o kadar da yalnızlığın insanı çaresizliklere yönlendirdiğini düşünür insan. Anahtarını kendi içinde aramaz, en ufak çaresizlikte birilerinin ona akıl hocalığı yapmasını bekler. Böyle bir gelenek edinmiştir. Soru sormak ister. Eşe, dosta, sevgiliye, anneye, babaya, patrona, öğretmene ve hatta ufak kardeşe... Yalnızlığını birileriyle paylaşmak ister. Oysa Eddie Vedder şarkılarında yalnızlığın etkili bir düşünme ve anlama yetisi vardır. Kurgu o kadar başarılıdır ki, anlam derinliği denizinde sözlerin ironisinin dansı vardır. Tek bir düşünceye odaklanmadan, her şeyden soyutlayabiliyorlar. Karanlık, sisli ve ıssız bir yerde yürürken sis bulutları gözlere zorluk çıkaramıyor, önümüzü görebiliyoruz. Yürümeye devam edip kendimizi aradığımız yolda attığımız her bir yeni adımda yeni şeyler keşfediyoruz. Bu Kafka okumakla benzer bir durum. Bu nedenle ruhsal birikiminin bir geçmişi var Bay Vedder’ın. Bu geçmişin tozlu külliyatında Kafka’yı da bulabilmek mümkün, Pete Townshend’i de, Otis Redding’i de, Neil Young’ı da...

Umursamıyorsunuz geçmişi ve geçmişteki hataları ama atacağınız her bir adım bundan sonra sizin için önemlidir ve her daim sorgu yöntemini kullanmayı öğrenmişsinizdir. Siz artık eski siz değilsinizdir. Baktığı zaman görebilen, düşündüğü zaman anlayabilen, düştüğü zaman canı acımadan kalkabilen yetişkin bir bireysinizdir artık.
Tüm zamanların yalnızlarına...
Serkan BEYDE
Sufflor.com 2012
No comments:
Post a Comment